12 Haziran 2011 Pazar

Hepimiz Aynı Gemideyiz, Grev Bizim Grevimiz/ Tuzla/16 Haziran 2008



Yıl 2008 idi. Tuzla'dan neredeyse her gün bir iş cinayeti haberi geliyordu. Taşeron eliyle, uygun eğitimden geçirilmeden işe yerleştirilen işçiler, her sabah evde ambulans sesleriyle sıkışacak kalpler bırakıp tersnelere işe gidiyordu. Iş dediğin, haraç mezat can pazarı... Çalışma Bakanı ve Başbakan ölümlere "çok üzülüyor", patronlar "ipek değil çelik işliyorlar, ölebileceklerini bilmeleri gerek" diye açıklamalar yapıyordu. Yaralanan ya da ölen işçilerin kaldırıldığı hastane demir parmaklıklarla çevrilmişti. Içeri girenin kim olduğu bile zar zor öğreniliyor, birçok aile yoksulluğun çaresizliğiyle kan parasını alıp köyüne geri dönüyordu.
Ankara'dan izliyorduk olan biteni. Derken bir haber geldi...
Türkiye işçi hareketinin en heyecan verici tarihlerinden olan 15-16 Haziran'da Tuzla'da grev olacaktı. Dedik, orada olmalıyız.... Sonra dedik ki, grevi bizim grevimiz bildiğimizi anlatmalıyız. Nasıl? Bildiğimiz dille, tiyatroyla. Bir sokak oyunu hazırladık. Neredeyse hepimizin ilk sokak tiyatrosu deneyimi olacaktı. Metni hazırlayıp provalara başladık. Tuzla grevine gideceğimizi öğrenen birçok arkadaş gelip oyuna katılmak, en azından bizimle Tuzla'ya gelmek istediğini söyledi. Kalabalık bir ekiple devam ettik çalışmaya.
Birçok sendika ve odanın kapısını çaldık destek için. Ancak ne biz derdimizi anlatabildik ne de onlar destek olmaya niyetliydi. "Heyecanlı bir grup genç" olarak aramızda bir kasa oluşturup yol parasını denkleştirdik. Çıakrdığımız parayla ancak yolu karşılayabiliyorduk. Sıkı pazarlıkla otobüse atlayıp vardık Tuzla'ya.
Aylardır haberlerini takip ettiğimiz tersanelerin hemen önünde olmak çok garipti. Sanki ölen işçilerin çığlıkları, ambulans sesleri takılıp kalmışlardı gökyüzüne, yola, elektrik direklerine. Baktığımız, dokunduğumuz her yerde ölüme tanık olmanın ağırlığı vardı. Yüzlerde de öyle. Bir haftada iki cenazenin çıktığı Selah, Sedef… İsimleri aklımıza ölümle yazılmış tersaneler… Adını cehennemî ve inanması güç bir öyküde duymuştuk sanki tersanelerin. Ve şimdi en gerçek haliyle karşımızdalardı. Ellerimizde sızlayan ölümleri, işçileri her sabah bu ölüm kampına taşıyan yola bıraktık. Limter-İş “Dünyada ilk kez işçiler ölmemek için greve gidiyor.” demişti. Biz de ölümün rengiyle, kan kırmızıyla “Tersanede Grev Var” yazdık bu yola.
Mitingin sonuna doğru da oyunumuzu oynadık. Bir tersane işçisinden aldığımız yorum şuydu:

“Biz tersane işçilerine verdiğiniz bu destek çok sevindirdi bizi. Tek bildikleri şey konuşmak olan çok bilmiş ve ukalalardan olmadığınızı gösterdiniz.. Alanda oynadığınız oyunu merakla izledim. Çok hoşuma gitti. Akşam eyleme gelmeyen arkadaşlara anlattım.
Bizim için bir şey yaparken kendiniz için de yaptınız aslında. Dediğiniz gibi hepimiz biriz. Amaçlarımız, taleplerimiz aynı.
Tüm tersane işçileri adına tekrar teşekkür ederiz.”


Gece trenle Ankara'ya dönerken çoktan sokak tiyatrosu yapmaya devam etmeyi konuşmaya başlamıştık...

Oyundan Fotoğraflar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder